melis..melissa..kimine gore peri tozu..kimine gore bal arisi..

2 Kasım 2008 Pazar

şerafettinim:)ŞERAFETTİN-FESLEĞEN-KÖMÜR TOZU ÜÇLEMESİ


Şerafettin’i kaybedeli tam 5 yıl oluyor,…,eee alışması zor tabi, sen o kadar besle, büyüt 2cm’likken avuç içi kadar olsun, semirsin, gözün gibi bak, ondan sonra hain bir pusuya düşen Şerafettin terk-i diyar eylesin(!), kabullenilir gibi değil… Efendim şero benim su kaplumbağamdı. Ama öyle bildiğiniz su kaplumbağalarından değil;bu sudan çok dışarıda yaşıyordu.Evin en güzel köşesindeki kavanozunu sık sık terk edip (ki bu yaratıkta bile terk etme huyu hayasızca vardı ayrı konu!), evin içinde tur atmaya çıkardı rahmetli…bir de böyle görseniz yere iner inmez sıradan kaplumbağalar gibi ‘ ben karizmayım, ne öyle koşuşturup duracağım diğer mahlukatlar,haşereler,böcekler gibi,ağır abi takılırım ben’ triplerinde hiiiiç(!) değildi, peşimden tin tin büyük bir azimle gelirdi. Valla herkesten de vefalıydı, yemini verip, kokuşmuş yosunlu suyunu temizleyince; karnı tok , altı pek olduğundan fazlasıyla emeğimin karşılığını verip itaat ederdi kendileri bana. Gel zaman git zaman şerafettinle aramızdaki duygusal arkadaşlık bağı güçlenmeye başlamışken mutlak son geldi çattı,…, kader ağlarını ördü ve şerafettinim hain bir saldırıya kurban gitti. Şerafettin pusuya düştü düşmesine de bilin bakalım ne uğruna düştü? Yıl 2003… çiçeği burnunda stajyer melis madencilik serüveninde emin adımlarla yürüme eylemi için gözüne dehşet-i cengiz bir staj yeri belirledi. Nam-ı diğer bendeniz; yeni maceralara atılmak ve üstün stajyer beratını alıp, ‘yer altı tozu yutacağım ben de, bayanım, ufağım, tefeğim, kızılım diye beni nimetten saymıyorlar , hakir görüyorlar’ serzenişiyle gittim bir yer altı stajı buldum kendime. Hal böyle olunca düzgün bir yer altı stajı için (ocak kızılay meydanında olamayacağına göre(!), Ankara yakınlarında bir ilçeye karar kıldık. Heyecan da var tabi ,100 kusur metreye ineceksin; (sanki inince maden üstadı oluyorsun da) ‘olsun’ dedim benim anlatacak bir sürü staj anım olacak diye;yeraltına inmeye korkan diğer kızlara hava atıyorum o ara bir de (!). Halbuki ,otur oturduğun yerde edebinle; ne karışıyorsun ,erkek hegemonyasında gelişip büyümüş madencilik sektörüne damardan bodoslama dalmaya ne gerek var? , diğerleri gibi şehir merkezli ayarla bir naylon çimento stajı, sonra yan gel yat (ah akılsız başım, ama bu idealistliğimin gelmiş geçmiş en büyük sorumlusu bizzati olarak maden mühendisleri odasıdır, artık yersem mi sevsem mi bilmem (!), şaka bir yana odanın bana kattığı manevi değerlerden biridir bu sorumluluk bilinci , yadsınamaz ayrı konu ,…,). Amma velakin staj günü geldi çattı. Dedim ben şerafettinimi de yanımda götüreyim, nasıl olsa bir misafirhane falan ayarlayacaklar, artık orda küçük kavanozunu da yanıma koyar götürürüm….hay demez olaydım Çayırhan’a varır varmaz anladım ki; bütün ilçe kömür soluyor baca gibi. Hadi biz maden mühendisiyiz, metanetliyiz falan da benim kaplumbağa biraz vurgun yedi kömürden, solunum güçlüğü çekmeye başladı, oysaki ne hayallerim vardı cebime koyup yerin 150 metre altına bile indirmeyi planlıyordum ama nafile daha tahlisiye eğitimine bile götüremeden ölüm ilk sinyallerini verdi şerafettinime.Ben de bir hata yaptım ve dayıma verdim, onu ben dönene kadar iyileştirsin diye…nafile nafile Türkiye’de ne bıraktığın gibi kalıyor ki arkanı döndüğünde hiçbir şeyi bulamıyorsun eskisi gibi,…,aynen öyle oldu; çöken bir seçimlik iktidarlar gibi stajdan döndüğümde şerafettinimi ölü buldumL….yine bir kez daha hayal kırıklığına uğrayıp arkamı döndüğümde bıraktığım gibi bulamamıştım minik mahlukatımı. Hem de ne uğruna? madencilik yolunda feda edilmiş bir kaplumbağa(!)….haa şöyle bir durum var insanlar mesleki rant kavgası yolunda nelerini feda ediyorlar, kişilikleri bozuk para misali hababam bozdurulup dururken biz kömür tozuna sevgili dostumuz su kaplumbağamızı feda etmişiz çok mu? (!) İşin özü insan okul, staj vs. bitince, şöyle bir sirkelenip kendine geldiğinde, çalışmaya başlayıp; kazandığı parayı hak etmeye başlayınca anlıyor hafiften hafiften dünyanın kaç bucak olduğunu(!), belki de idealistliğin karın doyurmadığınıJ (karın doyurmak ne kelime, bir de sevgimin karşılığını gani gani verip bana itaat eden minik canlım kaplumbağamdan etti beni idealistliğim, ne vardı kömür ocağında!) Özetle şerafettin terk-i diyar eylemesini kabullenmem vakit aldıysa da , 2003 yaz stajımın vefalı kaplumbağama kurduğu hain pusu beni fazlasıyla üzerek, başka canlılarda teselli arama amaçlı habire mahlukat besleme eğilimine ve emeğimin karşılığını arayamaya itti(!)… işin komik tarafı; bu boşluk doldurma evresinden ne köpekler, ne kuşlar ne kediler (ne insanlar geçti (!)….) baktım hepsinin bir zararı var; biri ardında kokuşmuş yosunlu kavanozunu bırakır, biri köpek pisliği, biri kuş tüyü, biri verilmiş boş vaatler(!)…dedim yok artık bir karar almanın zamanı geldi melis ardında ‘artık, pislik bırakmayan, kömür tozuna dayanıklı bir şey bul kendine (!)… veeee fesleğen… bu sefer fesleğen yetiştirmeye karar verdim; ne pislik bırakıyor ardında, ne de terk-i diyar eğliyor, işin komik tarafı tin tin peşinden de gelemiyor.Hem bir madenciye fesleğenin ne zararı var ki;elini sürdükçe hoş koku yaymaktan başka(!) ışık alan bir yere koy,biraz gübre,…,ohhh ver elini alabildiğine hoş kokulu bir dost (arada bir insan baktıkça sanki bonzai yetiştiriyormuş gibi havalara bile girebilir sanırım yeşerip büyüdüğünü görünce, aman fazla havalanmayalım,bunu yaprak dökümü var!) Çok sevdiğim bir dostumun da gazetelere çıkmış, meşhur olmuş bir yazısında dediği gibi ‘……Bu arada bu tip bitkileri yaz yağmurlarında dışarıya çıkarmak iyi olur. Dost,yaren yerini tutar mı orası size kalmış..."

Friedrich Nietzsche ve melis uyumluluk testi;)


"to live alone one must be a beast or a god, says aristotle... leaving out the third case: one must be both a philosopher." aslında nietzsche yi anlamak için;onun türevinde ,onu anlamaya çalışmış yegane adamları da okuyup tırtıklamak gerekir sanırım...Şahsen kendimi; elim kitapçıda her defasında karşı-koyulamaz bir şekilde (!) nietzsche nin durduğu raflara gittiği zamanlarda, bir anda foucault, yalom,bataille,camus okurken buldum:)......(hoş irdeliyorum irdeliyorum nev-i şahsımı;p halen adamı seviyor muyum,nefret ediyor muyum çözümleyebilmiş değilim:)) belki de insan kendini kendiyle tartışır halde bulduğu için onu okurken daha bir rahatlıyor:))

Tam ucuna gelip de kaybetmek...perio(dik) olarak yaptığım iş;)


Kötüdür tam ucuna kadar gelip kaybetmek.Böyle çok katlı bir apartmanın teras katından arkanız korkuluklara dönük elleriniz parmaklıklarda balkondan sallanıp dururken, balkonun altından geçenlere 'bak ellerimi bırakabiliyorum ben...'' nidaları atarken birden bir tekme yiyip nerden geldiği bilinmez bir taraftan (ki çoğu zaman sol cenaptan:)) bir tarafınız(!) üstü yere çakılmak gibi birşeydir,...,hoş yere çakılmak koymaz adama da; serde mertlik olmasa ağlayabilse insan neyse, bir de düştüğün yerden kalkarken etrafta sana nanik yapan bir dolu alaycı bakışa rağman zorla(!) 'acımadı ki...' demeye çalışıp gülmek için kasmaktır asıl en çok koyan...anlayana;)

Büyük Görünen Küçükler


Aslında 'büyük görünen küçükler' kelime öbekciklerini(!) en çok 'normal' gözüküp sana -bana 'anormalsin' deyip; özünde 'hayata karşı tepkisizliklerini!!',otçul yaşam formu edalarıyla halen oksijen tüketmeye çalışıp olur olmadık hayat arenalarında nefes darlığı çekmemizi sağlayan ucubelerin üstüne konumlandırmak gerekir bence.Sözüm ha meclisten dışarı haa içeri aslında,....,bu yaşam formları kimi zaman siyasetçi, kimi zaman popçu topçu, kimi zaman suni gündemle beynimizi yiyen medya ordusu, kimi zaman eriyip tükenip gitmiş 'tikilik'ten başka akım benimsemeyen, kendi ülkesinin geçmişini tanımayan asimile/ (ki daha çok simile;)) gençlik şeklinde karşımıza bol bol çıkabiliyor,aman dikkat(!)

Türkiye'deki müzik önyargıları


Bir kere 'müzik önyargıları' hususunda aşmış(!) bir milletiz, şöyle ki; metal müzik ya da rock müzik dinleyenleri çok büyük bir çoğunluğun maalesef 'anarşizmi entellektüelleştirmiş' kesim olarak nitelendirirler ya da ola ki metal dinleyip piercing sahibi ve kırmızı saçlı isen bir de üstüne benim gibi(!) (uzun saçlı sakallısı vs..ya da türevleri çoğaltılabilir karşı cinse mensup örneklerimizden )bu önyargılı kesime göre müziğin 'm' sinden anlamazsın,nota bilmezsin ayrıca satanistin önde gidenisindir, niye efendim giydiğin siyah tişörtten yargılanıp işi dinsiz imansızsına kadar getirirler, onlara göre sen hayattan nefret eden, çaldığı enstrumanı hava olsun başka 'gotik' insanlar tavlayım diye kullanan birisisindir:)hatta söylevler abartılır da abartılır çoğu zaman,...,bi kere satt-ı müdafa yapmak gerekirse; hiç de öyle bilindiği üzere her metal dinleyen 'bohem' yaşayan insan demek değildir (hoş bu daha çok çiçek çocuklara özgü birşey zaten:)),ondan sonra her rock dinleyen blues ya da türkçe sözlü özgün ya da türk sanat müziği dinlemez diye bir yargı olamaz(biz de sizler gibi notaların birleşiyimiyle harikalar yaratmış, her türlü sanat eserine saygı duyabilme yetisine sahibiz:), sonra her metal dinleyen her an hayatttan nefret ediyorum modunda gezmez(biz de sizin gibi yer ,içer vs..) son noktayı koyacak olursak (en azından ben ve benim tarzımda ön yargıyla bulanmış insanlar adına konuşuyorum) dinlediğimiz müziğin sözlerinin ,notalarının ve aksettirdiği bütünlüğün farkında olarak birşeyleri irdelemekteyiz.
not:bütün bunlar da bir önyargı bizim için böyle düşünler adına :))

''Bilmelisin ki...''


''bilmelisin ki ...karşındakini kırmamak ve inançlarını savunmak arasında,çizginin nereden geçtiğini bulmak zor.'' Can Baba gediğini çooktan koymuş da terk-i diyar eylemiş bile,...,bizse büyük üstadın ardından ancak ellerimiz böğrümüzde söyledikleriyle avunup, apolitik,a-sosyal,a-,...., tepkisiz olmaya devam ediyoruz:(,....,

Orhan Veli Kanık 'Bir Garip Adam''

Yakın arkadaşları melih cevdet ve oktay rıfat'la beraber zamanında (şuan adından emin değilim derginin) bir edebiyat dergisi çıkartmakla başlamış,bu sayede çıkarttıkları şiirlerle 'garip' şiir akımının başlamasını sağlamışlardır kendileri,...,pek sevdiğim bir ''deniz-sever''dir...lise edebiyat hocamın bana en büyük armağanlarından biridir(kendisi orhan veli'nin en büyük hayranlarından biri olduğundan her defasında,onun şiirleriyle dersi kapatıp açtığından, az zaman git zaman kulak aşinalığı olma sebebimdir)pek de iyi etmiştir:)) aşinalık güzeldir neticede,...,:).....

'''bakakalırım giden geminin ardından,atamam kendimi denizeyaşamak güzel,atamam kendimi denizedünya guzel.serde erkeklik varağlayamamserde erkeklik varağlayamam...'''

Yaz(ma) süreçlerimiz...

Yazma süreci derken aslında akım şemasına indirgememek lazım diye düşünüyorum.çünkü ne ölçüde insan sınırlandırıyorsa kendini ya da yetiştirmesi gereken bir yer varsa yazıyı (ki 5-6 yıldır düzenli olarak yazdığım bir mesleki dergi vardı)o zaman asıl çıkmaza giriyor. Sanki yetiştirmem gereken bir yer yoksa daha bir içten çıkıyor kelimeler ama bunun aksine çoğu zaman bir nevi sipariş(!) yazılar yazdığım için( haftalık,aylık toplanma süreçleri oluyordu yazdığım bültenin), dolayısıyla yazma süreçlerimi de kendimce 'ilham gelmesi-giriş-gelişme-sonuç-yazığından tatmin olma-yazdığını beğenme' gibi süreçlere de ne yazık ki bölemiyorum...ee haliyle, çoğu zaman da yazı elimden çıktıktan sonraki 1-2 saat 'hah bu sefer olmuş' diyorum, dergiye teslim ediyorum,...,süreç işliyor ve bir bakıyorum bu sefer dizgiden çıkmış taze taze elimde aha diyorum bu iğrenç yazıyı ben yazmış olamam bir sürü eksik keşfediyorum(mümkün olsa,dergiyi toplattırayım(!) diyorum:(( şaka bir yana süreci müreci boşverip yazmak lazım bodoslama aslında,...,

Üniversitede yapılan tren yolculukları


Her ne kadar başlık üniversitede yapılan tren yolculukları dese de , alakasız bir şekilde değinmeden edemiyeceğim;sene 88:) henüz 5 yaşındaydım ve adapazarı arifiye garından teeeeeee urfaya yanlış hatırlamıyorsam 1 ya da 1,5 gün süren bir tren yolculuğum olmuştu:)hafizama o kadar kazınmıştı ki:P....(o zamanlar otobüsle bile 17 saat mi ne sürüyordu zaten ilk ve son gidişim oldu:P),onun dışında üniv. de iken de trene baya bir bindim doğrusu ama en iddaalıı tren maceram(üniv. deyken) haydarpaşadan ankaraya gelen trenin rötar yapmasıydı...şimdi diyeceksiniz ki rötarın nesi garip ama bizim tren eskişehir yakınlarında geri geri gitmeye başlamıştıııı...geri geri istanbul istikametine giderek rötar yapan ilk tren ve içinde ben hehe:)....

Türkiye'de niçin kitap-gazete okuma oranı düşüktür?

Maalesef düşüktür çünkü kendimizi 'sorgulama oranımız düşüktür(!)',bundan değil midir gelene geç dememiz toplum olarak ya da ayakların baş olması?

Türkiye'de niçin kitap-gazete okuma oranı düşüktür?

Maalesef düşüktür çünkü kendimizi 'sorgulama oranımız düşüktür(!)',bundan değil midir gelene geç dememiz toplum olarak ya da ayakların baş olması?

Stanley Kubrick

Çok büyük bir çoğunluğunu birkaç kez seyretmiş biri olarak utanç duyuyorum ki fırsatını bulup da bi şöööle 'shining' i seyredemedim henüz:(((spartacus derim öncelikle; (çekildği yıllar baz alındığında-ki o zamanki teknolojiyle vs-,figuranlardan başrol oyuncusu kirk douglas a varana kadar-konusu itibariyle de hoş mu hoş bir filmdir)ayrıca eklemek gerekir ki full metal jacket daydı sanırım yani yanlış hatırlamıyorsam; ışık-kontrast olayında kendi alanında devrim yapmış bir yönetmendir (böyle bir yenilik daha önce icra edilmemiş efeeem-savaş sahnelerindeki aydınlık olayı yani!)

Emir Kusturica ve detayları

Görüntü yönetmeni vilco filac ve de besteci kankası goran bregovic le işbirliği yapmasının doğurduğu hoş sonuçlar ortada:)bir kere adamın filmlerinde fazlasıyla bir canlılık var ,insan özellikle bazen öyle bir seyredalıyor ki keşke arizona dream de ya da life is a miracle da filmin teeee içinde yaşasam diyor (not: ayrıca fazlasıyla kullandığı hayvanlar,börtü böcek yeşillik temaları da ayrı bir lezzet katıyor) onun dışında ak kedi kara kedi,çingeneler zamanı kesinlikle izlenmesi gereken filmlerin başında gelmekte bence.

Biraz da tavsiye kitap;)

Arno gruen- normalliğin deliliği hastalık olarak ''gerçekçilik''i işliyor,yaşam tarzı ve protesto aracı olarak ''delilik'',...,genel anlamda psikoanaliz kitabı sayılabilir ama genel(!) psikoanalistçi yazarlara nazaran farklı açılardan ele alması hoşuma gitti,cidden tavsiye ettiğim bir kitap,(gerçi şuan itibariyle bitirmemiş olup/bitirmeye yaklaşmış durumdayım) haa bir de,gerçek dünyada insani değerlerin kaybolmasına katlanamayanlar ''deli'' sayılırken;insani köklerinden(!) kopmuş insanların ise ''normal'' kabul edilerek onaylanışını maalesef resmediyor,iktidar hırsı vs,...,

Biraz da tavsiye kitap;)

Arno gruen- normalliğin deliliği hastalık olarak ''gerçekçilik''i işliyor,yaşam tarzı ve protesto aracı olarak ''delilik'',...,genel anlamda psikoanaliz kitabı sayılabilir ama genel(!) psikoanalistçi yazarlara nazaran farklı açılardan ele alması hoşuma gitti,cidden tavsiye ettiğim bir kitap,(gerçi şuan itibariyle bitirmemiş olup/bitirmeye yaklaşmış durumdayım) haa bir de,gerçek dünyada insani değerlerin kaybolmasına katlanamayanlar ''deli'' sayılırken;insani köklerinden(!) kopmuş insanların ise ''normal'' kabul edilerek onaylanışını maalesef resmediyor,iktidar hırsı vs,...,

Ferzan Özpetek

Fazlasıyla teknik detaya takılmadan, duygusal temaları ön plana çıkarıp,kamera hilelerinden ziyade olayın kurgusundan yola çıkarak filmlerini şekillendiren İtalya' da yaşayan, filmlerini cümle aleme tanıtan yönetmen kendileri:)“Ölüm temasının bende bir takıntıya dönüştüğünü itiraf edebilirim. Bu, belki de ölümden çok korkmamdan kaynaklanıyor. Beni en fazla korkutan şey, sevdiğim dostlarımı ve insanları kaybetmek durumunda kalmak” diyerek aslında filmlerinde bol bol yer verdiği benzer temaların çıkış noktalarını da ispatlar nitelikte düşünceleri bulunmakta...Aslında olay kurgusu özellikle cahil periler ve bir ömür yetmez (saturno contro) da genel olarak aynı temda temayül etmekte;şöyle ki bir masa etrafında oturan komşular arkadaşlar vs, kalabalık bir portre, portrenin içinde(illa ki olmazsa olmaz eşcinsellik temasında da dem vuruluyor) kendi halinde dertleriyle sorunlarıyla uğraşan insanlar ama ana tema dostluk vs vs...çoğu filmini seyretmiş olan biri olarak şunu eklemeliyim özellikle saturno contro-saturn ters yönde-bir ömür yetmez olarak çevrildi nedense türkçeye(!):P(fragmanlarında da bolca verdiği belki rasgelmişsinizdir;özellikle filmin ismini psikoanalistine danışarak koymuştur kendileri çünkü bu kararını da şöyle açıklıyor;filmdeki herkes feleğini şaşmış,saturnleri onlar için ters yönde dönüyor...özellikle irdelenmesi gereken fimlerin arasında olduğunu düşünmekteyim (ki ben cahil perileri sevmiştim en çok)haa bir de ekleyecek olursak genelde aynı kastla çalışmakta; stefano accorsi idi yanlış hatırlamıyorsam baya iyi bir oyuncu ,bir de genelde birlikte çalıştığı giovanna mezzagiorno var sanırım.
Giovanna Mezzagiorno idi yanlış hatırlamıyorsam karşı pencerede herkesi mest eden hatun kişinin adı:) italyanın sanem çelik'i diyorlar gerçi öyle bir duyum aldım, bir de kullanılan müzikler iyi yine hatırladığım kadarıyla historia de un amor (ispanyolca versiyonunu tercih ederim,ispanyolca daha bir uyuyor o şarkıya)-karşı pencerede kullanılan müziklerden tabi (gocce di memoria vardır bir de güsel:)),onun dışında dün nette dolanırkenj tesadüf buldum ve sanırım Neffa'nın Passione'si de bir ömür yetmez de kullanıyor olsa gerek,..., özellikle onu dinlemenizi tavsiye ederim (tango müziği)

Frida(2002)


Nihayet seyrettim hep rotarli oluyor benim bu kendimce onemli saydigim filmleri seyretmem yogunlugumdan ama neyse:)) gelelim sadede;surrealizmin kiyisindan kosesinden gecen her turlu akima,stile artik nasil turevlerini alirsaniz alin hayranligi olan biri olarak eklemeliyim ki pablo picasso nun bile biz onun gibi insan yuzundeki aciyi ifade edemeyiz dedigi bir ressamin yani magdelena carmen frida kahlo nun hayatini en guzel sekilde aktardigi kanisindayim.onun disinda ben bu yonetmenle pek hasir nesir degildim acikcasi ta ki bu filme kadar lakin su an ki dusuncem ozellikle belirli sahnelerde isik kontrastini cok iyi kullandigi ve animeleri iyi goze goze batirdigidir mesela hastaneye kazadan sonra geldigi sahne,kuvette ayagini ve suyun altindakilerini cizdigi ile son yani olup yatagini yaktirdigi sahnelernot:filmden cok boyle bir ressamin hayatini seyretmek keyif verdigi sanirim

Sevgiliye 'bi' sus!!'' demek...


''bi sus'' dedikten sonra sertçe akabinde ''sevgili'' titrinden ''eski sevgili'' titrini almaya nail oluyor bir süre sonra aman haa:))demeden önce bir fizibilite çalışması yapmak sonra ''sus'' demek lazım:)

Cunda adasında yaşama fantaziiiisiii

Çok ama çok güsel bir ada...eskiden ayvalıkla arasında karayolu yokmuş sonradan yapılmış ama ben yine de denizden oraya geçmeyi tercih edenlerdenim.. haa bir de ,şimdiki adı aslında alibeyköy adası,bu eski adı rumca cunda adası yani,acep anlamı ne ki? eski rum evleri çok güsel,bir de orta yerinde dökük bir klise var kimseyi sokmuyorlar içine her an yıkılabilir diye ama bahçesinde pansiyon vari bi yer var böyle ağaçların altında,...,keşkem orda yaşasam:)

Dergi çıkartmak en azından denemek;)

Efeeem ilk olarak ortaokul yıllarında hazırlık vs o zamanlar sınıftaki bir iki zıpçıktı arkadaşla illegal bir dergi çıkartıp,(ucuza basan bir yer ayarlamıştık) bastırıp,satıyorduk, acayip komik müzik eleştirmenliği yapıyorduk,edebiyat,sinema vs içinde herşey vardı,..., o zamanlar için 10 kişilik falan bir yayın ekibimiz vardı 2-3 yıl çıkarttık ve bizden üst alt bütün sınıflara tek tek dolaşıp ciddi satış rakamlarına ulaşıyorduk acayip zevk aldığım bir hadiseydi:)) ondan sonra,liise son-üniversite birde iken; ikinci dergi girişimim (bizzati olarak ben çıkartmıyordum/istanbul merkezli bir felsefe-edebiyat dergisiydi) daha ciddi vakıf vari bir yapı çıkartıyordu birkaç büyük şehirde,2 yıl sonra dergi kapandı:((zaten pek içimi açmamıştı:))ve en sonuncusu çok da zevk alarak yaptığımı söyleyebilirim,üniv. den şuana kadar5-6 yıldır düzenli olarak yazıp çıkarılmasında görev aldığım:))mesleki sayılacak bir dergi var,(gerçi salt teknik konularda yazmıyoruz,sanat,sinema,festival vs..)işin en eğlenceli kısmı kapak resmi seçme kısmı oluyor,...,daha önceden çok ciddi bir yayın kurulu vardı yaş ortalaması çok büyük bu dergide,toplantılarda yoklama falan alıyorlardı (!!) allahtan yeni gelen yönetim kuruluyla daha genç bir kadro kurduk ve azıcık kişiyiz,çok daha etkili oluyor,zevkli bişey:))

Elleri rengarenk boyalara batırıp duvarlara sürme hadisesi!

Tinersiz kesinlikle denenmemesi gereken bir hadise.Yalnız bir o kadar zevkli, lisedeyken bir müzik grubumuz vardı, bateristin evinin alt katı harika bir bahçeye açılan bir garajdı, ee garajı da garajlıktan çıkartıp ilk müzik stüdyomuzu(!!) kurmak için biraz marjinal sanatsal çalışma yapmak duvarlara fena olmaz dedik:)önce ses yalıtımını yaptık sonrasında da ver allah ellere boya akabinde duvarlarda desen çalışması:)))çok da güzel olduydu.. ben küçükken bir de yumurtalara böyle sanatsal(!!) çalışmalar yapardım, ellerimi boyar boyar yumurtaları bulardım boyaya sonra (bir nevi kendimce paskalya yumurtası yaratmaya çalışıyormuşum o zamanlar-farkında değilmişim:))herneyse özetle öyle ya da böyle tinersiz yapılmaması gereken birşey (gerçi ben şahsen buna benzer boya mevzuundan sonra öncelikli olarak çamaşır suyu ile boyanın kaba pisliğini elden çıkartmak-tineri fazla kullanmamak taraftarıyım/daha az tahriş açisından)duyurulur.

Karikatür çizme ça-ba(!)ları;)


Ben daha çok; ''çok pis karikatür ''taklidi çizerim,yani hırs yapmaya göreyim önüme getirin karikatür dergilerindeki çoğu karikatürü adice taklit edebilirim(!):))gerçi ben buna halk arasında taklitten ziyade ''reprodüksiyon'' kılıfı uyduruyorum kendime ayrı bir komedi oluyor,fukara tesellisi:)

Kelime oyunları yapmak

Ben buna kelime oyunundan ziyade ''malzemesi eksik- demagoji özentiliği'' diyorum,hoş demagoji de ''demagog''lar da özenilecek insanlar değildir o da ayrı konu,...,

Hem solak hem sağlak...

Hem solak hem sağlağım ...(not: bunu ilk söylediğimde büyük bir çoğunluk önce inanmıyor her defasında ispat etmemi istiyorlar bu tip adamlarla ömrümün her kademesinde mücadele ettim:)ortaokul,lise,üniv....)ama cidden öyleyim:(
Bir de ilave etmek isterim duyumlarıma göre bu hadisenin genetik olma ihtimali var sanırım:dedem de öyle imiş(solak-sağlak) babam da öyle,onun dışında yine duyumlarıma göre (hani okul yıllarında olayın ispatı için beni sıkıştıran arkadaşlar vardı ya bir bakardım bunlar hırs yapmış diğer elleriyle yazma provaları yapıyorlar zorluyorlar falan) neyse , eğer ki sonradan kazanılmaya çalışılırsa diğer el fazla zorlanırsa beyindeki düzgün konuşma merkezinde bir karşıklık çıkıp,kekelemeye başlama hadisesi baş gösterebiliyormuş,aman diyim taklitlerden sakınınız(!)

İnançlar siyasete alet edinmesin!!

inançların siyasete alet edilmediği ütopik(!) noktada demok-rasi(!!) başlayacak ya hadi bakalım,...,belki bir gün....;))

EZZZ-berci eğitimi yok etme çabaları

Ne zaman ''ezber-dışı'' (!)ideal yaşam formunu yakalarız ülkece,ne zaman ''hayata karşı yorum-suz'' insanlar topluluklarını yok ederiz aramızdan, o zaman ezzzz-berci eğitim sistemimiz de ortadan kalkar. zira şu haliyle zaten ''eğitim sistemi'' demek bile varolan şeye,mevcut diğer sistemlere hakaret sayılır,o derece dipteyiz yani ''yorumsal özgürlüklerimiz ''adına. birbirimizi dahi eğitemediğimizi ''sözde demokrasi'' zihniyetimiz açıkca ortaya koyuyor maalesef neredeyse %47 lere varan rakamlarla,...,aziz nesin üstad az bile söylemiş biz bu ''EZ-bercilikle'' değil %60 ,%100 aptallığa doğru gidiyoruz kifayetsizce:(

Evlatlık köpek

Köpek almak mesele değil. Asıl sorun şu ki ; sonrasında köpeğin getirdiği sorumlulukları ne derece kaldırabiliyorsun ya da kaldıramıyorsun.Kendimi bildim bileli habire evinde çeşitli börtü böcek vs beslemiş biri olarak ilave etmeliyim ki; (not:hayvansever bir aileden geliyorum sülalece el atmadığımız hayvan yoktur sanıyorum)belki bencilce bir davranış biçimi ama ben şahsen öyle sevgisini gösteremeyen,emeğimin karşılığını vermeyen hayvan sevmem:))örn:balık,besliyorsun besliyorsun hayvan suratına bakıyor arkasını dönüyor hooop reset kafaya, sanki seni ilk defa görmüş gibi tekrar bakıyor vs.. hiiiç gelemem.Benim şuana kadar ne tavşanlar ne kaplumbağalar ne kuşlar ne köpekler geçmişliği var elimden; kaplumbağam dahil hepsi bir şekilde benimle yaşamaya alışmış (!),emeğime karşılık veren hayvancıklardı (mesela kaplumbağam ben şarkı söylerken /özellikle ne hikmetse cranberries-zombie de!)kafasını fanusuna dayar dışarı çıkar sanki bilinçli olarak dinlerdi beni(ya da bu benim tesellim bilemiyorum) Her neyse konuyu dağıttım baya sanırım. Konunun özüne gelelim:ilk köpeğimi bana 5-6 yaşlarında almışlardı cinsini bile hatırlamıyorum tam olarak kırma kocaman tüylü bir köpekti, küvette yıkanırdı vs, bir gün birine emanet ettim araba çarptı öldü.İlk travmamı o zaman yaşadım:((sonra babamda kangallar vardı (hala var ama habire birileri çalıyor yavruları vs ya da onlara da araba çarpıyor babam inatla tekrar alıyor)sonra 3-4 yıl önce dedim bu böyle olmayacak evime alayım ben bir köpek teriyer ırıkında kırma orta boy bişi aldım(not: çok minik köpek sevmem hatta sinirlenirim ayağıma dolandıkça onlar ısıracağım gelir)Neyse evde beslemek ayrı bir sorumluluk getiriyor tartışma götürmez, resmen bebek gibi baktım ben ona. Dışarı çıkarttım tuvalete arkasından ellerimde naylon faraş pislik topladım, yemeği eti aşısı derken çocuğum gibi birşey oluverdi bir baktım, zaten ailemden ayrı başka şehirde yaşadığım için bir süre sonra ev arkadaşım gibi birşey oldu benim.(edit: önceden köpek almayı düşünenlere söyleyim çocuk evlat edinmek gibi birşey)sonra gel zaman git zaman 2. travmamı da bu köpeciğim sayesinde yaşadım, kendi kararımla sevgili kızımı(!) başka birine evlat vermek zorunda kaldım(not: apartmanda kıllık çıkartanlar oluyor,ve alıştı mı ev köpekleri evde yalnız kalmak istemiyorlar/bunalıma giriyorlar,bunalıma girip hav hav apartmanı ayağa kaldırıyorlar) Çok acı birşey , hala arada bir cidden özlüyorum kızımı ama artık tövbeliyim apartmanda hayvan bakmak zor ve meşaketli müstakil eve çıkmadan bir daha köpek almam sonra üstümden atamıyorum sevgilimden ayrıldığımdan daha çok üzülüyorum köpeğimi bilinçli olarak terkedince:((

Bana da bir 'BONSAIIIII''' acil!!

Bonsai aslında ağaçları kendine özgü saksılarda özel yöntemlerle budayarak,bilinçli bir şekilde ''bodurlaştırarak'' yetiştirme sanatıdır.aslında ana tema:insan eli değmeden yetişmiş gibi izlenim kazandırmaktan geçmektedir vs... lakin ''çocuk/insan yetiştirmekle bonsai yetiştirmeyi'' yorumsal(!) anlamda hala birbirine karıştıranlar var.saksıda yetiştirilmiş,bilinçli büyümesini/dallanıp budaklanması engellenmiş bonsai(!)ler var maalesef aramızda (hem de %50 ye yakın(!))...